Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"En güzel sevenler, en güzel yara alanlardır."

 Yıllardır hep "En güzel sevenler, en güzel yara alanlardır." diye düşünürüm. En güzel düşünenler, en güzel gülenler, en güzel direnenler.  En güzel seviyorlar, çünkü sevgisizliğin ne demek olduğunu biliyorlar. İsimleri hiçbir şiirde yer almamış, uğurlarına hiçbir şarkıda göz yaşı akmamış onların. Güzel seviyorlar, çünkü sevildiklerinden hiçbir zaman emin olamamışlar. Bu sebeple emin oldukları tek şeye, kendi sevgilerine tutunuyorlar. En güzel düşünüyorlar, en derin düşünüyorlar çünkü onlar için göz önünde olanlar dahil daha önce kimse tarafından düşünülmemiş. Onlar, gülün dikenlerini sevmişler, dikende mana aramışlar. Ancak kimse onların açtıkları gülü görmemiş, bir uçurum kenarında, kimsenin geçmediği bir kuytuda, kendi güzelliklerini kendileri çürütmüşler. Belki de zamanla onları görmeyen gözlerden uzaklaşmayı öğrenmişler. Olamaz mı? En güzel gülüyorlar çünkü, içlerinde hüzün sel olmuşken gözlerinden bir damla yaş akmadı diye kimselere acısını gösterememişler. Belki gülüşl

Eksik Bir Şey Mi Var?

 "Eksik bir şey mi var hayatımda Gözlerim neden sık sık dalıyor Eksik bir şey mi var hayatımda Gökyüzü bazen ciğerime doluyor Öyle bir şey ki bu, kolay anlatamam Atsan atılmaz, satsan satamam Eksik bir şey mi var, anlayamam Bak çayım sigaram, her şeyim tamam Kalksam duraktan dolmuş gibi Arka koltukta unutulmuş gibi Terliklerimle, gelsem sana Sonunda aşkı bulmuş gibi" Ne yaparsanız yapın, olmayacakmış gibi hissettiğiniz zamanlar oluyor mu? Aldığınız nefesin göğsünüze takıldığı,göz yaşlarınızın içinize aktığını hissettiğiniz, "Eksik bir şey var!" diye çığlık çığlığa bağırmak isteyip de ciğerinize dolan gökyüzü ile nefes nefese sustuğunuz?  Peki ne sizce eksik olan? Sevgi mi? Belki. Peki şefkat? Neden olmasın değil mi? Kaç tane örnek verebilirsiniz bu eksiklere? Kiminiz tek bir örneğe sığdırır eksikliğini, kiminiz sayfalara sığdıramaz. Herkes, her şey bir yerde eksik değil  midir zaten? Hiç düşündünüz mü belki de eksik değil de fazla bir şey vardır? Mesela özlem. Hiç b

Mesele güzel sevmek

Gerçekten seveni de, sevginin kıymetini bileni de yüz metre öteden tanıyorsunuz. Gözlerindeki yorgunluktan, yorgunluğa rağmen var olan ışıltıdan tanıyorsunuz. O gözlerin nice hüzün yağmurları ile ıslanmalarına rağmen ışığını kaybetmemelerinden anlıyorsunuz. Seven insan, karşısındaki hangi sıfat ile vücut bulmuş olursa olsun belli ediyor kendini. Dostunu dinliyor mesela. Sesini değil, sessizliğini dinliyor. Biliyor musunuz? Suskunluk bazen kelimelerden daha çok şey ifade eder. Ve biliyor musunuz? Ben dertlerini susa susa bağıran çok insan gördüm. Karşılarında hep ifadeyi kelimeler ile sınırlı görenler vardı. İnsanlar artık birbirlerinin suskunluğundan anlamıyorlar mı dersiniz? Yoksa sevmeyi, sevginin kıymetini bilmedikleri için mi bu haldeler? Seven insan, sevgiye, sevginin büründüğü sıfata kıymet veriyor bir kere. Sevginin basit bir olgu olmadığını, beraberinde bazı duyguların barınmasına imkan vermediğini, aksi durumda içerisindeki bütün güzellikleri öldürdüğünü biliyor. Mesela sevgi

İndirilen Gardlara

Sevgili okur, Ben bugün gardımı indiriyorum. Bugün, kendime zayıf olma, ağlama, üzülme izni veriyorum. Bugün hep tırmandığım o zirveden kendimi aşağıya bırakıyorum. Çünkü fark ettim ki, beni en çok yoran şeyler bunlarmış. Nasıl mı? Fark ettim ki, güçlü olmak zor bir eylem. Dik durmak, hep gülmek zor bir eylem. Ama asıl zor olan, kendini bunlara mecbur hissetmek. Ağlamak zor bir eylem, ama asıl zor olan kendini ağlamamaya zorlamak. Bu yüzden kendime bunlar için izin verdim. Karşılaştığım her zorlukta, başıma gelen her olayda "Sen güçlüsün", "Sen de böyle yaparsan..." tesellileriyle avutuldum, avutulduğumu sandılar. Ama ben bu cümlelerin her biriyle yeniden ağırlaştırdım sırtımdaki yükü. Evet, her şeye rağmen dik durmak, durabilmek çok güzel. Ama yeri geldiğinde eğilmek de çok güzel. Bunu bir ağaca benzetebilirsiniz. Sürekli dik durması için çabaladığınız bir dal, en ufak eğrilikte kırılır. Ama eğilmesine izin verdiğiniz bir ağaç, fırtınada savrulsa da yerini bulur, k

Yüreğe Dokunmak

Siz, bir eşyayı sever gibi seviyorsunuz insanları. Bir eşyaya dokunur gibi dokunuyorsunuz onlara. Birini sevdiğiniz zaman, ona sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ya da sürekli kendinizi birilerine ait hissediyorsunuz. Bu yüzden evlilikten, ilişkiden kaçmalarınız. Birini hayatınıza aldınız diye onun bağımsız bir hayatı olduğunu hiçe sayıyorsunuz. Attığınız her adım, iz bıraktığınız her düşünce ortak olsun istiyorsunuz. Onun da fikirleri, hayalleri olduğunu unutuyorsunuz. Hatta çoğu zaman farklılıkların insanı güzelleştirdiğini de unutuyorsunuz.  Sürekli oyunlarınız var kendi kafanızda kurduğunuz. Birine oyunsuz, plansız yaklaşamıyorsunuz. Birine kendinizi koşulsuz açamıyorsunuz. Hem kendi içinizde bazı şeyleri de aşamıyorsunuz. Mesela size göre ilişki bir iktidar mücadelesi. Bir ilişkiyi, sevmek ve sevilmek için değil de, o ilişkiyi yöneten kişi olmak için yaşıyorsunuz. Karşınızdakini bir eşya, olarak düşünüyor, ona müdahale etmeyi kendinizde hak görüyorsunuz.  El ele yürümek gibi arzular

Emeğin Verdiği Güzellik

... Ben emek verilen her şeyin güzelleştiğine, sonrasında da emek vereni güzelleştirdiğine inanıyorum. Küçük Prens kitabını okuduysanız, orada "Gülünü senin için önemli kılan ona harcadığın zamandır." cümlesinin geçtiğini mutlaka fark etmişsinizdir. Ben de tam olarak bir şeyin önemli kılan tek unsurun, o şeye harcanılan emek ve zaman olduğunu düşünüyorum. Buradan yola çıkarak şunları söylemek istiyorum. Bir çiçeğiniz olsun. Ama öyle hazır aldığınız, birkaç günde bir su vererek emek harcadığınızı düşündüğünüz bir çiçek değil. Yani insanların birbirini sevdiği gibi seveceğiniz bir çiçek değil. Tohumundan dallarına her anına şahit olduğunuz, suladığınız, toprağını değiştirdiğiniz ve sohbet ettiğiniz bir çiçek. Çiçeğe öyle emek verin ki, önce siz çiçeği güzelleştirin sona o sizi güzelleştirsin. Açtığı her çiçekle, ya verdiği her meyve ile içinizde umudunuzu yeşertsin. Bir dostunuz olsun. Tamam, dostluk da samimiyet de zamanla ölçülen kavramlar değiller. Zaten emek de yıllar almas

Güçlü Olmak Zorunda Kalanlara

Hiç yorulduğunuz oldu mu, insanlara kendinizi anlatmaktan? Mesela boğazınızda takılı kalmış binlerce cümle varken, o cümleleri yutmak zorunda kaldığınız oldu mu? "Sen güçlüsün, çok şey yuttun bunu da yutarsın!" diyenleriniz oldu mu? Olmuştur. Peki sizin de "Ben neden güçlü olmak zorunda bırakıldım?" diye bağırmak istediğiniz zamanlar oldu mu? Benim çok oldu. Herkes bir şekilde yaşarken, birilerine sığınırken ya da birilerine doğru yaslanırken "Kendine yaslanan dik yürür!" lafını kendime hatırlatmak zorunda kaldım ben her seferinde.  "Ağlamak zayıflıktır." "Buna mı üzüldün?" "Dik dur, sen güçlüsün!" Gibi saçma teselliler ile avutuldum. Oysa ağlamanın zayıflık olarak görüldüğünü bile bile ağlayabilmek, güç göstergesi değil midir? Ya da birinin üzerine bir saniye bile düşünmeden kurduğu cümlelerden duvarlar örüp, o duvarlara günlerce mahkum olmak mümkün değil midir? Peki sevginin asıl gerektirdiği şey "hiç üzmemek" midi

Olabilir

Olabilir, İnsan 1000 adım attığı yolda 1 adım daha atamayacak hale gelebilir, olabilir. Açık havada göğe karşı yürürken bütün duvarların üstüne yıkıldığı hissine kapılabilir, olabilir. Onlarca aleve karşı dimdik ayakta durup da bir küçük kıvılcımla küle dönebilir, olabilir İnsanl ara "ev" diye kollarını açarken, kollarına gelen darbelerle harabeye dönebilir, olabilir. "Bahçemin halinden baharımı kıyasla." derken, zamansız fırtınayla yerle bir olabilir İnsanlara karşı avaz avaza savaşırken kendi içerisinde bir tek fısıltıya yenik düşebilir, olabilir. İnsan bu, dün tutunduğu dal bugün kafasına inen darbenin kaynağı olabilir. Ya da dün sırtını döndüğü ağaçla bugün hayat bulabilir.

Göze Alan Kazanır Arkadaşlar

Bir yıl oldu sanırım, karşıma şöyle bir paylaşım çıktı; "Göze alan kazanır arkadaşlar. Göze alan, dev kaybedişlerin sonunda bile kazanır. Bir yarış kaybeder ama bir dost kazanır, bir ev kazanır, bir güneş kazanır, bir seven kazanır, büyümeyi kazanır, öğrenmeyi kazanır, kaybedebilmeyi kazanır ve bence yarışı kazanır." hani bazı sözler insanların zihinlerinde yer edinir ya. Benim bu sözü görene kadar hep insanların söyledikleri kazınmıştı aklıma. Kırarak söyledikleri dökerek söyledikleri, üzerine bir kere bile düşünmeden söyledikleri. Ben kuracağım her cümle için kaç defa düşünürken üstelik. Bu muydu olması gereken? İşte ben de bunu kazandım. Öğrenmeyi kazandım; Öğrendim ki hayat benim gözümle gördüğüm kadardan ibaret değilmiş. Sevgi tek başına yeterli değilmiş mesela. Yanında saygı olmadan, düşünce, farkındalık olmadan sevgi bir hiçmiş. "Farkındalıktan yoksun sevgi kırar" cümlesi, yanlış değilmiş. Öğrendim ki insana en büyük zararı kendisini en çok seven insanlar

İnsanlarla Aramızda Var Olan Derin Uçurumlara...

Yine uzunca bir ara verdikten sonra ele aldığım bu yazımı içimi Nilgün Marmara'ya dökermiş gibi yazıyorum. Çünkü ona benzetmekten korktuğum bu hayatımı onun hissiyatı ile yaşıyorum. "Anlaşılamamak, birbirine en yakın iki insan arasındaki derin bir uçurummuş." Bu sözü ilk okuduğumda içimden dedim ki "Birbirine en yakın olan iki insanın, birbirine bu denli uzak olması nasıl mümkün olabilir? Yani zaten birbirine yakın olan iki insanın birbirini anlamaması mümkün müdür? Değildir." Ama öyle değilmiş. İnsanların birbirine yakınlığı fiziksel ortam ile sınırlı değilmiş. İki insan birbirini ancak sevdiği kadar anlayabilir ve ancak anladığı kadar yakın olabilirmiş. Yakınlığı da anlayışı da ne yıllar ne de mesafeler ile ölçmek mümkün değilmiş. Bazen aynı çağda birbirine rastlamamış iki kişi bile birbirlerini yanındakilerden daha iyi anlayabilirmiş. Kitaplara bu denli düşkün olmamın nedeni yıllardır kendi içimde arar dururum. Nilgün Marmara ve yaşadıkları sayesinde k