Ana içeriğe atla

Emeğin Verdiği Güzellik


...
Ben emek verilen her şeyin güzelleştiğine, sonrasında da emek vereni güzelleştirdiğine inanıyorum. Küçük Prens kitabını okuduysanız, orada "Gülünü senin için önemli kılan ona harcadığın zamandır." cümlesinin geçtiğini mutlaka fark etmişsinizdir. Ben de tam olarak bir şeyin önemli kılan tek unsurun, o şeye harcanılan emek ve zaman olduğunu düşünüyorum. Buradan yola çıkarak şunları söylemek istiyorum.
Bir çiçeğiniz olsun. Ama öyle hazır aldığınız, birkaç günde bir su vererek emek harcadığınızı düşündüğünüz bir çiçek değil. Yani insanların birbirini sevdiği gibi seveceğiniz bir çiçek değil. Tohumundan dallarına her anına şahit olduğunuz, suladığınız, toprağını değiştirdiğiniz ve sohbet ettiğiniz bir çiçek. Çiçeğe öyle emek verin ki, önce siz çiçeği güzelleştirin sona o sizi güzelleştirsin. Açtığı her çiçekle, ya verdiği her meyve ile içinizde umudunuzu yeşertsin.
Bir dostunuz olsun. Tamam, dostluk da samimiyet de zamanla ölçülen kavramlar değiller. Zaten emek de yıllar alması gereken bir unsur değil ki? Bazen bir insanın yıllarca size veremediği emeği, duyguyu başak bir insan tek bir sözüyle de verebilir değil mi? Öyle bir dostluk kurun ki her sevincinizde, her üzüntünüzde ilk olarak birbirinize koşun. Birbirinize koşamadığınız, kendi içinizden çıkamadığınız zamanlarda bile yüreğinize birinin dokunduğunu bilin.
Bir kitabınız olsun. Siz bir kitaba emek vermiş olmak için o kitabı kendiniz yazmış olmak zorunda değilsiniz ki? Okuyarak, kitabı yaşarak da o kitaba emek vermiş olabilirsiniz. Örneğin içiniz her daraldığında o kitaptan bir cümle rahatlatabilsin içinizi. Kitapla dost olun, her seferinde yeniden okuyabilin, sıkılmayın. Mesela siz de Sabahattin Ali gibi "Zaten yalnızlığımın sebebi kitaptaki kahramanları semtimde bulamayışım değil miydi?" diyerek sarılın kitabınıza, o kitap var oldukça da yalnız olmayacağınızı bilin.
Bir sevdiğiniz olsun. Kızgınken de, kırgınken de sevin. Bir insan en çok kızgınken belli edermiş kendisini. Siz kendinizi, sevginizle belli edin. Bir bütün olarak sevin onu, karakterini, hareketlerini, sözlerini bir bütün olarak sevin. Hatalarına kızın, yeri geldiği zaman gitmeyi de, hatalarına rağmen sevmeyi de bilin. Gönül almaktan, çaba göstermekten korkmayın. En büyük hatanın, sevgisizlik olduğunu bilin ve sevgisizliğinizi bir marifet olarak göstermeyin. Tıpkı sevginizin bir lütuf olmadığını bilmeniz gerektiği gibi, bunu da bilin. Oyunsuz, şüphesiz, sade bir sevgi olsun içinizde. Gülmek mi istiyorsunuz? Yanında gülün. Ağlamak mı istiyorsunuz? Yanında ağlayabilin. Sürekli sınırlamaların, stratejilerin olduğu sevgilerle gönlünüzü yormayın. Bir sevgiyi güzelleştiren en önemli şey, sadeliğidir. Bunu da unutmayın.
Bir şarkınız olsun. O şarkıyı öyle bir benimseyin ki, çevrenizdeki herkes o şarkıyı dinlediğinde sizi hatırlasın. Şarkı sizinle özdeşleşsin. Ancak öyle bir şarkı olsun ki, dinleyenlere sizden sırlar versin. Yalnızca o derinliği kavrayabilen insanlar anlasın şarkınızın kulağa hoş gelen ezgilerden ibaret olmadığını.
Bir yeriniz olsun. Size ait olmak zorunda değil, içerisinde size dair bir şeyler barındırsın yeter. Canınız her sıkkın olduğunda oraya gidin. Kendinizi arınmış hissedin oraya gidince. İmkansızları mümkün kılmışsınız gibi düşünün, öyle hissettin orada kaldıkça. 
Her şeyden önce şunu bilin, insanların mutlu olması onların düşündüğü kadar zor değil asla. Bir şarkıyla da, bir kitapla da, bir çiçekle de mutlu olabilirsiniz. Sadece emek vermenin güzelliğinin farkına varın. Unutmayın, isterseniz çevrenizdeki en sıradan olayı bile özel kılabilirsiniz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güçlü Olmak Zorunda Kalanlara

Hiç yorulduğunuz oldu mu, insanlara kendinizi anlatmaktan? Mesela boğazınızda takılı kalmış binlerce cümle varken, o cümleleri yutmak zorunda kaldığınız oldu mu? "Sen güçlüsün, çok şey yuttun bunu da yutarsın!" diyenleriniz oldu mu? Olmuştur. Peki sizin de "Ben neden güçlü olmak zorunda bırakıldım?" diye bağırmak istediğiniz zamanlar oldu mu? Benim çok oldu. Herkes bir şekilde yaşarken, birilerine sığınırken ya da birilerine doğru yaslanırken "Kendine yaslanan dik yürür!" lafını kendime hatırlatmak zorunda kaldım ben her seferinde.  "Ağlamak zayıflıktır." "Buna mı üzüldün?" "Dik dur, sen güçlüsün!" Gibi saçma teselliler ile avutuldum. Oysa ağlamanın zayıflık olarak görüldüğünü bile bile ağlayabilmek, güç göstergesi değil midir? Ya da birinin üzerine bir saniye bile düşünmeden kurduğu cümlelerden duvarlar örüp, o duvarlara günlerce mahkum olmak mümkün değil midir? Peki sevginin asıl gerektirdiği şey "hiç üzmemek" midi...

İndirilen Gardlara

Sevgili okur, Ben bugün gardımı indiriyorum. Bugün, kendime zayıf olma, ağlama, üzülme izni veriyorum. Bugün hep tırmandığım o zirveden kendimi aşağıya bırakıyorum. Çünkü fark ettim ki, beni en çok yoran şeyler bunlarmış. Nasıl mı? Fark ettim ki, güçlü olmak zor bir eylem. Dik durmak, hep gülmek zor bir eylem. Ama asıl zor olan, kendini bunlara mecbur hissetmek. Ağlamak zor bir eylem, ama asıl zor olan kendini ağlamamaya zorlamak. Bu yüzden kendime bunlar için izin verdim. Karşılaştığım her zorlukta, başıma gelen her olayda "Sen güçlüsün", "Sen de böyle yaparsan..." tesellileriyle avutuldum, avutulduğumu sandılar. Ama ben bu cümlelerin her biriyle yeniden ağırlaştırdım sırtımdaki yükü. Evet, her şeye rağmen dik durmak, durabilmek çok güzel. Ama yeri geldiğinde eğilmek de çok güzel. Bunu bir ağaca benzetebilirsiniz. Sürekli dik durması için çabaladığınız bir dal, en ufak eğrilikte kırılır. Ama eğilmesine izin verdiğiniz bir ağaç, fırtınada savrulsa da yerini bulur, k...

Koşar Adım...

Soluklanmak için her durduğumda, kendimi koşarak uzaklaşmaya çalıştığım yerde buluyorum. Neden kaçtığımı da bilmiyorum üstelik. İçimde sürekli bir şeylerden, bir yerlerden kaçma isteği var. Kaçıp nereye gideceğim? Bilmiyorum. İçimde sürekli, daha önce hiç bulunmadığım o yere, daha önce hiç görmediğim o kişiye, daha önce hiç duymadığım o şarkıya bir özlem var. Bu özlemi bastıramıyorum. Yolda giderken, keyifli bir sohbetin ortasındayken, kitap okurken, film izlerken özlemini hissettiğim o şarkının notalarını duyar gibi oluyorum bazen. Hiç bilmediğim o şarkının... İnsan aslında bu kadar yabancı olduğu bir notayı, nasıl bu kadar derinden tanıyabilir? Hiç bilmediği o şehrin her köşe başını, çiçeklerle doldurulmuş pencere pervazlarını nasıl bu kadar adım adım bilebilir? Hiç görmediği o kişiyi, daha önce hiç bulunmadığı o sokaklarda nasıl yaşatabilir? Bilmiyorum. Bu his geçiyor mu?