Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zarifoğlu üzerine kısa bir iç döküş

Sevgili şiirin zarif prensi Cahit Zarifoğlu. “Ne korkunç bir iklimdi çocukluğum.” Dediğin cümlenin her bir harfi düğümleniyor boğazımda. Diyorum ki, hiçbir çocuk korkunç iklimler görmemeli, kelimeleri de düğümlenmemeli boğazlarda. Sonra “İsmimin baş harfleri acz tutuyor.” Deyişini hatırlıyorum. Diyorum ki “Ben bizzat kendim acz tutuyorum bu yüzyılda.” . .

Günümüz Yaşamının Bataklığına Bir Yürekten Serzeniş

Hepimiz, özümüzde iyi insanlarız kabul. Ama iyi olmak, kendimiz olmak için yeterli mi gerçekten? Hep mi kaygımız kendimizi birilerine beğendirmek üzerine olur mesela? Yani biz hiç “biz” olmak için, “kendimiz” olmak için yaşamayacak mıyız? Fırsat bulamayacak mıyız buna? Mesela bir şeyleri içimizde yaşayabilmeyi ne zaman unuttuk? Üzüntümüzü, kederimizi, kızgınlığımız ya da beğenimizi herkese haykırmak, umursamayan insanların hayatında kayıp birkaç dakika olmak yerine kendi içimizde ya da en azından yakın çevremizde yaşatmayı ne zaman bıraktık? Yani gerçekten bu kadar kolay mı bir şeyleri birileri ile paylaşabilmek ya da hislerimizi bazı amaçlar doğrultusunda yönlendirebilmek? Değil tabii ki. Biz, birkaç milyardır var olan bu evrenin sadece birkaç yılına sığmış canlılarız. Bizim kendimize de bulunduğumuz evrene de faydamız yalnızca bu kadar ile sınırlı. Bunu da başkaları uğruna yaşamaya, hep başkalarına kendimizi kanıtlamaya çalışmaya başkalarına olan kin ve nefretimiz ile bitirmeye

Ey Aşk Sen Nelere Şiirsin!

Bu yazıma bir Sabahattin Ali sözü ile başlamak istiyorum.  "Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş." Yalnızca 41 yıl süren, sayıca küçük bu kadar yıla nasıl bu kadar güzel eser sığdırdı diye düşünmekten alıkoyamıyor insan kendini. Sonra bir sözü denk geliyor bir kitapta, tekrar tekrar okuyor ona rağmen hazmedemiyor insan. İşte o zaman anlıyor ki, yaş denilen sayının büyüklüğü önemli değil, önemli olan yüreğin büyüklüğü. Yani o kadar büyük bir Yüreğe sahipmiş ki Sabahattin Ali, içine sığmamış kağıtlara taşmış sözleri. "Seni seviyorum" demekten aciz hale geldiğimiz bu yüzyılda, böyle sözleri görünce içimde bir şeylerin kopup kitabın o sayfasına konduğunu hissediyorum. Bir şeyler kopsun, hem de konsun ki bu yüzyılın soğukluğuna karşı biraz olsun içimi ısıtabileyim istiyorum. Daha önce "Edebiyat insan ruhunun gökyüzüne açtığı bir penceredir." demiştim. İstiyorum ki gökyüz

Bir İnsanı Sevmekle Başlayacak Her Şey

   Bir sene ara verdikten sonra aklımdakileri nasıl yazıya dökebilirim diye düşünürken  yazıma Yusuf Atılgan'ın şu sözü ile başlamak istedim. "Acelem yok benim, biliyorsun. Bir gün sana dünyada katlanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim." Bazen yıllar öncesinde yaşamış bir insan nasıl da içimizi bilebiliyor değil mi? Çoğu zaman yanımızdakiler çırpınışlarımızı anlayamıyorken üstelik. Diyebilir miyiz ki bu yüzden "Edebiyat insan ruhunun gökyüzüne açtığı bir penceredir."   Yazıma bu cümle ile başlamak istedim çünkü bunca şey yaşadığım bana göre kaç bin yıl gelen hayatımda, bir şeylerin üstesinden her seferinde sevgi ile geldim. Bir şairi, şiiri sevdim, arındı zihnim. Yağmuru sevdim, üzerime yağan her damlada kendi içimde dindim. Yanan bir binayı söndürür gibi söndürdü içimi bu sevgim. Bir kitabı sevdim Oğuz Atay  mahçupluğuyla doldu içim. Dilimde "Şuan sana güzel bir söz söyleyebilmek için on bin kitap okumuş olmayı isterdim." cümlesiyle on bin