Ana içeriğe atla

Günümüz Yaşamının Bataklığına Bir Yürekten Serzeniş


Hepimiz, özümüzde iyi insanlarız kabul. Ama iyi olmak, kendimiz olmak için yeterli mi gerçekten? Hep mi kaygımız kendimizi birilerine beğendirmek üzerine olur mesela? Yani biz hiç “biz” olmak için, “kendimiz” olmak için yaşamayacak mıyız? Fırsat bulamayacak mıyız buna?
Mesela bir şeyleri içimizde yaşayabilmeyi ne zaman unuttuk? Üzüntümüzü, kederimizi, kızgınlığımız ya da beğenimizi herkese haykırmak, umursamayan insanların hayatında kayıp birkaç dakika olmak yerine kendi içimizde ya da en azından yakın çevremizde yaşatmayı ne zaman bıraktık? Yani gerçekten bu kadar kolay mı bir şeyleri birileri ile paylaşabilmek ya da hislerimizi bazı amaçlar doğrultusunda yönlendirebilmek? Değil tabii ki.
Biz, birkaç milyardır var olan bu evrenin sadece birkaç yılına sığmış canlılarız. Bizim kendimize de bulunduğumuz evrene de faydamız yalnızca bu kadar ile sınırlı. Bunu da başkaları uğruna yaşamaya, hep başkalarına kendimizi kanıtlamaya çalışmaya başkalarına olan kin ve nefretimiz ile bitirmeye değer mi gerçekten? Yani bir hafta sonu daralıp gittiğimiz o şehir dışı mekanda sosyal medya için paylaşım yapmazsak ne kaybederiz mesela? Ya da özel bir gün veya olaya olan duyarlılığımızı, üzüntümüzü ya da sevincimizi yalnızca birkaç karakter ile sınırlı tutmak zorunda kalmasak ne kaybederiz? Hem şairin üzerine yıllarca düşündüğü bir kelime, yalnızca birkaç saniyede ne kadar anlam kazanabilir? Ne kadar anlamlı olabilir içi duygudan yoksun birkaç kelime?
Ortalama 75 yıl yaşadığımızı düşündüğümüzde, ki inanın o kadar iyimser bir düşünce ki bu, sadece 3900 hafta sonumuz oluyor. Ki bunun azını ya da çoğunu zaten harcıyoruz bilinç oturana kadar. Bu kadar sayıca az günü de mesela başkaları uğruna heba etmeye değer mi?
Ya da en son ne zaman içinde bulunduğumuz yer ve zamandan kendimizi soyutlamış bulduk? Yani en son yaşadığımız hangi olayın tadını o an çıkardık? Başka hiçbir şey düşünmeden üstelik. Yaşadığımız o birkaç güzel anı da başkalarına yem etmeden. En son ne zaman kendimiz için bir şeyler yaptık? Mesela kitap alırken, en son en zaman popüler olanları, güzel kapaklı olanları değil de, bizi cezbedenleri aldık? Ya da hangi kıyafetimizi moda bataklığının dışında seçebildik? En son ne zaman bir arkadaşımızla sohbet ederken zaman kavramı anlamını yitirdi?
Bilmiyoruz, bilmiyoruz…
Sahiden kendimiz olmak bu kadar zor mu yoksa biz mi zorlaştırıyoruz bunu? Biz miyiz bile bile yukarıda bahsedilenlerin bataklığına kendimizi atan? Belki de bunun farkına vardığımızda, o bataklıktan kurtulmak için bize uzanan eli de göreceğiz. Değil mi? Belki…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mesele güzel sevmek

Gerçekten seveni de, sevginin kıymetini bileni de yüz metre öteden tanıyorsunuz. Gözlerindeki yorgunluktan, yorgunluğa rağmen var olan ışıltıdan tanıyorsunuz. O gözlerin nice hüzün yağmurları ile ıslanmalarına rağmen ışığını kaybetmemelerinden anlıyorsunuz. Seven insan, karşısındaki hangi sıfat ile vücut bulmuş olursa olsun belli ediyor kendini. Dostunu dinliyor mesela. Sesini değil, sessizliğini dinliyor. Biliyor musunuz? Suskunluk bazen kelimelerden daha çok şey ifade eder. Ve biliyor musunuz? Ben dertlerini susa susa bağıran çok insan gördüm. Karşılarında hep ifadeyi kelimeler ile sınırlı görenler vardı. İnsanlar artık birbirlerinin suskunluğundan anlamıyorlar mı dersiniz? Yoksa sevmeyi, sevginin kıymetini bilmedikleri için mi bu haldeler? Seven insan, sevgiye, sevginin büründüğü sıfata kıymet veriyor bir kere. Sevginin basit bir olgu olmadığını, beraberinde bazı duyguların barınmasına imkan vermediğini, aksi durumda içerisindeki bütün güzellikleri öldürdüğünü biliyor. Mesela sevgi

Koşar Adım...

Soluklanmak için her durduğumda, kendimi koşarak uzaklaşmaya çalıştığım yerde buluyorum. Neden kaçtığımı da bilmiyorum üstelik. İçimde sürekli bir şeylerden, bir yerlerden kaçma isteği var. Kaçıp nereye gideceğim? Bilmiyorum. İçimde sürekli, daha önce hiç bulunmadığım o yere, daha önce hiç görmediğim o kişiye, daha önce hiç duymadığım o şarkıya bir özlem var. Bu özlemi bastıramıyorum. Yolda giderken, keyifli bir sohbetin ortasındayken, kitap okurken, film izlerken özlemini hissettiğim o şarkının notalarını duyar gibi oluyorum bazen. Hiç bilmediğim o şarkının... İnsan aslında bu kadar yabancı olduğu bir notayı, nasıl bu kadar derinden tanıyabilir? Hiç bilmediği o şehrin her köşe başını, çiçeklerle doldurulmuş pencere pervazlarını nasıl bu kadar adım adım bilebilir? Hiç görmediği o kişiyi, daha önce hiç bulunmadığı o sokaklarda nasıl yaşatabilir? Bilmiyorum. Bu his geçiyor mu? 

İndirilen Gardlara

Sevgili okur, Ben bugün gardımı indiriyorum. Bugün, kendime zayıf olma, ağlama, üzülme izni veriyorum. Bugün hep tırmandığım o zirveden kendimi aşağıya bırakıyorum. Çünkü fark ettim ki, beni en çok yoran şeyler bunlarmış. Nasıl mı? Fark ettim ki, güçlü olmak zor bir eylem. Dik durmak, hep gülmek zor bir eylem. Ama asıl zor olan, kendini bunlara mecbur hissetmek. Ağlamak zor bir eylem, ama asıl zor olan kendini ağlamamaya zorlamak. Bu yüzden kendime bunlar için izin verdim. Karşılaştığım her zorlukta, başıma gelen her olayda "Sen güçlüsün", "Sen de böyle yaparsan..." tesellileriyle avutuldum, avutulduğumu sandılar. Ama ben bu cümlelerin her biriyle yeniden ağırlaştırdım sırtımdaki yükü. Evet, her şeye rağmen dik durmak, durabilmek çok güzel. Ama yeri geldiğinde eğilmek de çok güzel. Bunu bir ağaca benzetebilirsiniz. Sürekli dik durması için çabaladığınız bir dal, en ufak eğrilikte kırılır. Ama eğilmesine izin verdiğiniz bir ağaç, fırtınada savrulsa da yerini bulur, k