Ana içeriğe atla

Göze Alan Kazanır Arkadaşlar

Bir yıl oldu sanırım, karşıma şöyle bir paylaşım çıktı; "Göze alan kazanır arkadaşlar. Göze alan, dev kaybedişlerin sonunda bile kazanır. Bir yarış kaybeder ama bir dost kazanır, bir ev kazanır, bir güneş kazanır, bir seven kazanır, büyümeyi kazanır, öğrenmeyi kazanır, kaybedebilmeyi kazanır ve bence yarışı kazanır." hani bazı sözler insanların zihinlerinde yer edinir ya. Benim bu sözü görene kadar hep insanların söyledikleri kazınmıştı aklıma. Kırarak söyledikleri dökerek söyledikleri, üzerine bir kere bile düşünmeden söyledikleri. Ben kuracağım her cümle için kaç defa düşünürken üstelik. Bu muydu olması gereken? İşte ben de bunu kazandım.
Öğrenmeyi kazandım;
Öğrendim ki hayat benim gözümle gördüğüm kadardan ibaret değilmiş. Sevgi tek başına yeterli değilmiş mesela. Yanında saygı olmadan, düşünce, farkındalık olmadan sevgi bir hiçmiş. "Farkındalıktan yoksun sevgi kırar" cümlesi, yanlış değilmiş. Öğrendim ki insana en büyük zararı kendisini en çok seven insanlar verirmiş. Şimdiye kadar çok sevilmeyi bir lütuf olarak gören ben, öğrendim ki çok sevmek değil, güzel sevmek, hep sevmek önemliymiş. Öğrendim ki, hiçbir kırgınlık, hiçbir kızgınlık sevgiden daha büyük değilmiş.
Büyümeyi Kazandım;
Mesela öğrendim ki, büyümek yaş almaktan ibaret değilmiş. İnsan, çektiği acılar kadar olgunlaşırmış. Ya da en azından bu bizim gibiler için kadermiş. Bu yüzden acılarımdan kaçmamayı, acının da mutluluk gibi bir duygu olduğunu öğrendim. Öğrendim ki, büyümek duygularını gizlemeyi marifet sanan insanların ulaşabileceği bir olgu değilmiş. "İçinde tuttukların hem sana, hem bana zarar." cümlesini kuracak kadar büyüdüğümde anladım.
Seveni Bilmiyorum ama Sevmeyi Kazandım;
En büyük zararı sevdiklerinden ve en çok sevenlerinden gören bir insana sevmenin güzel bir olgu olduğunu gösterebilir misiniz? Belki aptalca, belki yanlış bilmiyorum ama ben gördüm, sevdim. Mesela benden yıllarca önce bu evrene ayak basmış, yüzünü görmediğim, sesini duymadığım bir yazarı sevdim. Görmeden sevmek mümkün mü demeyin sakın, sevmek kalpte olan bir olgudur. İnsan bazen başka bir insanın fikirlerini sevebilir, hem güzellik geçici değil midir zaten? Bu yüzden demiyor muyum hep "Bazen yüzyıllar önce yaşamış biri yanımızdakilerden daha yakın olabilir bize." diye. Bakın tam da öyle işte. En önemlisi, kavga ederken bile sevgimi hatırlamayı öğrendim. Bir insan bir insanı severse, kavgalıyken de kızgınken de küskünken de sever. Bu yüzden bağır çağır kavga edecek kadar gözümü köreltirken sevgimin beni durdurmasına izin verdim. Hani derler ya insan severken çocuktur diye, ben içimdeki çocuğun saflığına temizliğine güvenerek girdim kavgalarıma. Girdiğim her kavgadan da galip çıktım. Neden biliyor musunuz? Kendimi yendim. Kendimi, vicdanıma karşı mağlup ettim. Çünkü insan her şeyle başa çıkabilir ama vicdanının sesiyle başa çıkamaz değil mi?
Kaybetmeyi Kazandım
Bazen büyük kayıplar, beraberinde çok daha büyük kazançlar getirir bunu öğrendim. Nasıl mı? Bazen insan, başka bir insanı kaybeder ama kendini kazanır. Bazen insan başka bir insanı kaybeder ama onun sevgisini görmeyi kazanır. Bazen, insan başka bir insanı kaybeder ama kendisine olan saygısını kazanır arkadaşlar. Bu yüzden diyebilirim ki her kayıp özünde bir kazançtır. 
Hem insan gitmeyi de bilmeli değil mi? Bazen gitmek, bir şeyleri geri kazanmanın en kolay yoludur. Neden mi? Her aşk biraz kördür, her aşık biraz kördür özünde. İnsanın bu yüzden attığı adımları, kurduğu lafları, yaptığı planları görmek için gitmesi gerekir. İnsanın bazen yokluğunda olacak olanları görmesi için gitmesi gerekir arkadaşlar. Hani bahsetmiştim ya "Kavga ederken bile sevdiğini hatırlamak." İnsanın bazen sevdiğini hatırlaması için gitmesi gerekir. Çünkü biz elimizdekilerin kıymetini ancak onları kaybedince anlayacak kadar benciliz biraz da. Ama ben, elimdekilerin kıymetini benimleyken bilmeyi kazandım. Bir insanı yalnızca yanımdayken sevmemeyi, kızgınken üzgünken bile kırmamak için çabalamayı kazandım. Bir insan kaybettim ma kaybetmeyi kazandım.
Dost Kazandım;
Ben dost konusunda şanssız bir insan olmadım hiç bir zaman. Fısıltılarımda anlam arayan dostlarım hep oldu benim. Ama ben o cümleden sonra kimsede bulamayacağım bir dost kazandım arkadaşlar, kendimi kazandım. Kendimi sevmeyi, kendimi öğrenmeyi, kendimle büyümeyi kazandım. Attığım her adımın, yaptığım her hatanın beni bana götüren bir yol olduğunu; çektiğim acıların da attığım kahkahların da beni bana götüren yoldaki merdivenin birer basamağı olduğunu öğrenmeyi kazandım. Hani demiş ya Özdemir Asaf; "Ben hep kendime çıkan bir yokuştum, yokuşun başında bir düşman vardı onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum." diye. Ben kendime çıkan yoldaki düşman olmamayı kazandım.
Ben Kendimi Kazandım,
Ben kendimi kazandım arkadaşlar. Göze almaya korktuğum ne varsa bir bir göze aldım. Bedelini ödemekten korktuğum ne kadar hata varsa bir bir ödedim. Belki üzüldüm, belki ağladım ama kazandım. Artık sadece huzur istiyorum. Ne yüksek mevkilerde, ne günlük zevklerde gözüm yok benim. Fısıltılarımdan anlayan insanların omzuna başımı koyup hep hayalini kurduğum huzurun tadını çıkarmak istiyorum.
Sizin de gönlünüzde olanları göze almanız dileği ile...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Koşar Adım...

Soluklanmak için her durduğumda, kendimi koşarak uzaklaşmaya çalıştığım yerde buluyorum. Neden kaçtığımı da bilmiyorum üstelik. İçimde sürekli bir şeylerden, bir yerlerden kaçma isteği var. Kaçıp nereye gideceğim? Bilmiyorum. İçimde sürekli, daha önce hiç bulunmadığım o yere, daha önce hiç görmediğim o kişiye, daha önce hiç duymadığım o şarkıya bir özlem var. Bu özlemi bastıramıyorum. Yolda giderken, keyifli bir sohbetin ortasındayken, kitap okurken, film izlerken özlemini hissettiğim o şarkının notalarını duyar gibi oluyorum bazen. Hiç bilmediğim o şarkının... İnsan aslında bu kadar yabancı olduğu bir notayı, nasıl bu kadar derinden tanıyabilir? Hiç bilmediği o şehrin her köşe başını, çiçeklerle doldurulmuş pencere pervazlarını nasıl bu kadar adım adım bilebilir? Hiç görmediği o kişiyi, daha önce hiç bulunmadığı o sokaklarda nasıl yaşatabilir? Bilmiyorum. Bu his geçiyor mu? 

Benden Bana

  Yeni yaşıma 4 ay kala on yaş büyüdüm. Attığım her yaşta ise yeni bir şey öğrendim.  Beni kıymetsiz kılan yine benim, öğrendim. Kırgınlığımı, kızgınlığımı hiçbir zaman kıymetli görmedim. Sırf bu yüzden kendi kırgınlığımı hep ben geçirdim. Bir süre sonra da kırgınlığı önemsenmeyen biri haline geldim. Hallederdim ben onlara göre, hep halletmiştim.  Susmak öyle her zaman marifet değilmiş, öğrendim. Bazen sevinci de, öfkeyi de, nefreti de haykırmak gerekiyormuş. Çünkü senin sustuğun her kelime, karşındakinin konuşmasına ekleniyormuş. Senin "Bak bu yanlış!" demediğin her yanlışı, karşıdaki kendi doğrularına ekliyormuş.  Sustuğun her yanlış senden bir hak eksiltiyormuş. Susmak bizim toplumumuzda haklılığın eksilmesiymiş. Susmak, bir sonraki konuşmada kelimelerinin eksilmesiymiş. Susmak anlayışın, sevginin, verilen kıymetin eksilmesiymiş. Seni kıymetli yapan sustukların değil, konuştuklarınmış.  Sustuklarınızın duyulmasını beklediğiniz oldu mu? Susmak, özünde bir beklentiymiş. Nilg

İndirilen Gardlara

Sevgili okur, Ben bugün gardımı indiriyorum. Bugün, kendime zayıf olma, ağlama, üzülme izni veriyorum. Bugün hep tırmandığım o zirveden kendimi aşağıya bırakıyorum. Çünkü fark ettim ki, beni en çok yoran şeyler bunlarmış. Nasıl mı? Fark ettim ki, güçlü olmak zor bir eylem. Dik durmak, hep gülmek zor bir eylem. Ama asıl zor olan, kendini bunlara mecbur hissetmek. Ağlamak zor bir eylem, ama asıl zor olan kendini ağlamamaya zorlamak. Bu yüzden kendime bunlar için izin verdim. Karşılaştığım her zorlukta, başıma gelen her olayda "Sen güçlüsün", "Sen de böyle yaparsan..." tesellileriyle avutuldum, avutulduğumu sandılar. Ama ben bu cümlelerin her biriyle yeniden ağırlaştırdım sırtımdaki yükü. Evet, her şeye rağmen dik durmak, durabilmek çok güzel. Ama yeri geldiğinde eğilmek de çok güzel. Bunu bir ağaca benzetebilirsiniz. Sürekli dik durması için çabaladığınız bir dal, en ufak eğrilikte kırılır. Ama eğilmesine izin verdiğiniz bir ağaç, fırtınada savrulsa da yerini bulur, k