Ana içeriğe atla

Pencere pervazındaki çiçeklere



"İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz." demiş Ahmet Hamdi Tanpınar. 

Yazılarıma verdiğim uzun bir aradan sonra bu cümle ile açılışını yapmak istedim iş döküşümün. İç döküşüm diyorum tabi, siz ne sandınız? Hangi şair, hangi yazar içinden taşmayanları kaleme alabilmiş? Bir kelime için, bizler için önemsiz olan, gelişi güzel sarf ettiğimiz, karşımızda nasıl izler bırakacağını düşünmediğimiz tek bir kelime için 25 yıl beklemiş Yahya Kemal. 

Tek bir kitaba onca yılı nasıl sığdırdığını bilemediğim Ahmed Arif, içindekileri dökmek için 16 yıl beklemiş, 1 kelime için 16 yıl... Oysa biz öyle miyiz? Sürekli konuşuyoruz. Bitmeyen cümlelerimize karşılık hiç olmayan düşüncelerimiz var. Sürekli birilerine bir şeyler anlatıyoruz, sürekli yeni kelimeler sarf ediyoruz çevreye, bir şeylere. Sarf ettiğimiz kelimeler nereye saplanıyor peki? Ahmed Arif gibi bir kitaba koca ömrün acılarını, işkencesini, göz yaşını sığdıramadık biz. Kime sarf ettik peki o kadar cümleyi? 

Bilmiyoruz ki. Biz de bilmiyoruz. Kurduğumuz cümleler birilerinin zihninde yer edinmeden geçip gidiyor. Kurulan cümleler hançer gibi gönlümüze saplanıyor ya da. Yahu bu kadar çok başıboş sözcük var madem etrafta, içimiz neden hala okyanus? Damla damla değil, koca göllerle sarf ediyoruz madem cümlelerimizi, bu kıyıya vuran kelimeler ne böyle? 

Biz konuşmuyoruz arkadaşlar, biz konuştuğumuzu zannediyoruz. Biz bazı kelimeleri telaffuz ediyoruz ama konuşmuyoruz. Neden mi? Anlaşılmıyoruz çünkü. Hepimizin hayatından onlarca, yüzlerce hatta belki binlerce insan geçiyor bir şekilde. Alışveriş yaptığımız markette, yürüdüğümüz sokakta, oturduğumuz parkta yüzlerce insana kelime sarf ediyoruz ama konuşmuyoruz. Çünkü biz, konuşmayı kelimelerden ibaret sayıyoruz. Oysa kelimelerin sınırı karşımızdakinin bizi anlama oranı ile sınırlı değil mi? İşte tam da bu yüzden konuşmuyoruz. 

Etrafımızda onlarca, yüzlerce hatta binlerce insan var belki ama, biz yalnızca birkaçıyla konuşabiliyoruz. Sonra içimizdeki okyanus taşıyor, bir çiçekle, bir kediyle, yağan yağmurla, çalan şarkıyla konuşur halde buluyoruz kendimizi. Sonra o meşhur söz geliyor aklımıza; 

"Derdin varsa git denize anlat. Kedilere, bulutlara anlat. Pencere pervazındaki çiçeklere anlat. İnsana dert anlatılır mı hiç?"

Bu kadar kelime israfının arasında kendimi anlatabildiğim, konuşabildiğim insanları ise ayrı tutuyorum. Ömrümüzün pencere pervazındaki çiçekleri eksik olmasın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"En güzel sevenler, en güzel yara alanlardır."

 Yıllardır hep "En güzel sevenler, en güzel yara alanlardır." diye düşünürüm. En güzel düşünenler, en güzel gülenler, en güzel direnenler.  En güzel seviyorlar, çünkü sevgisizliğin ne demek olduğunu biliyorlar. İsimleri hiçbir şiirde yer almamış, uğurlarına hiçbir şarkıda göz yaşı akmamış onların. Güzel seviyorlar, çünkü sevildiklerinden hiçbir zaman emin olamamışlar. Bu sebeple emin oldukları tek şeye, kendi sevgilerine tutunuyorlar. En güzel düşünüyorlar, en derin düşünüyorlar çünkü onlar için göz önünde olanlar dahil daha önce kimse tarafından düşünülmemiş. Onlar, gülün dikenlerini sevmişler, dikende mana aramışlar. Ancak kimse onların açtıkları gülü görmemiş, bir uçurum kenarında, kimsenin geçmediği bir kuytuda, kendi güzelliklerini kendileri çürütmüşler. Belki de zamanla onları görmeyen gözlerden uzaklaşmayı öğrenmişler. Olamaz mı? En güzel gülüyorlar çünkü, içlerinde hüzün sel olmuşken gözlerinden bir damla yaş akmadı diye kimselere acısını gösterememişler. Belki gülüşl...

Eksik Bir Şey Mi Var?

 "Eksik bir şey mi var hayatımda Gözlerim neden sık sık dalıyor Eksik bir şey mi var hayatımda Gökyüzü bazen ciğerime doluyor Öyle bir şey ki bu, kolay anlatamam Atsan atılmaz, satsan satamam Eksik bir şey mi var, anlayamam Bak çayım sigaram, her şeyim tamam Kalksam duraktan dolmuş gibi Arka koltukta unutulmuş gibi Terliklerimle, gelsem sana Sonunda aşkı bulmuş gibi" Ne yaparsanız yapın, olmayacakmış gibi hissettiğiniz zamanlar oluyor mu? Aldığınız nefesin göğsünüze takıldığı,göz yaşlarınızın içinize aktığını hissettiğiniz, "Eksik bir şey var!" diye çığlık çığlığa bağırmak isteyip de ciğerinize dolan gökyüzü ile nefes nefese sustuğunuz?  Peki ne sizce eksik olan? Sevgi mi? Belki. Peki şefkat? Neden olmasın değil mi? Kaç tane örnek verebilirsiniz bu eksiklere? Kiminiz tek bir örneğe sığdırır eksikliğini, kiminiz sayfalara sığdıramaz. Herkes, her şey bir yerde eksik değil  midir zaten? Hiç düşündünüz mü belki de eksik değil de fazla bir şey vardır? Mesela özlem. Hiç b...

İndirilen Gardlara

Sevgili okur, Ben bugün gardımı indiriyorum. Bugün, kendime zayıf olma, ağlama, üzülme izni veriyorum. Bugün hep tırmandığım o zirveden kendimi aşağıya bırakıyorum. Çünkü fark ettim ki, beni en çok yoran şeyler bunlarmış. Nasıl mı? Fark ettim ki, güçlü olmak zor bir eylem. Dik durmak, hep gülmek zor bir eylem. Ama asıl zor olan, kendini bunlara mecbur hissetmek. Ağlamak zor bir eylem, ama asıl zor olan kendini ağlamamaya zorlamak. Bu yüzden kendime bunlar için izin verdim. Karşılaştığım her zorlukta, başıma gelen her olayda "Sen güçlüsün", "Sen de böyle yaparsan..." tesellileriyle avutuldum, avutulduğumu sandılar. Ama ben bu cümlelerin her biriyle yeniden ağırlaştırdım sırtımdaki yükü. Evet, her şeye rağmen dik durmak, durabilmek çok güzel. Ama yeri geldiğinde eğilmek de çok güzel. Bunu bir ağaca benzetebilirsiniz. Sürekli dik durması için çabaladığınız bir dal, en ufak eğrilikte kırılır. Ama eğilmesine izin verdiğiniz bir ağaç, fırtınada savrulsa da yerini bulur, k...