Ana içeriğe atla

Bana Dokunmayan Yılan Bin Yaşasın (!)

 Ön yargısı fazla olan insanlarız. Milletçe eleştirmeyi severiz de eleştirilmeye tahammülümüz yoktur işte.  Her şeye karışacak hakkı buluruz kendimizde. Ali kiminle olacak, Ayşe nereye gidiyor, Fatma nasıl giyinmeli hepsine biz karar veririz.
 Peşin hükümlerimiz vardır. Elinde gül taşıyana gülistan, diken taşıyana haristan muamelesi yaparız. O güldeki dikenleri görmeye çalışmayız asla. Örtünüz varsa ideal kız, açıksanız "Oğlum bu kızdan bana gelin olmaz"ları duyarsınız. İç güzelliği falan laftadır anlayacağınız.
 Oruç tutar yemek yemeyiz de, yemediğimiz kul hakkı kalmaz. Nasıl olsa yaptıklarımız vicdani görevlerimiz değil, dini yükümlülüklerimizdir. İyiyi iyi olduğu için değil, bir emir olduğu için yaparız ama sorsanız önemli olan niyet deriz. Yemek programlarına dökecek binlerce liramız vardır da, aç olan komşumuza bir tabak yemek vermekten aciziz. Çünkü aslolan verdiğimizin karşılığında cebimize girendir.  Ama komşusu aç iken tok yatan da bizden değildir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın deriz. Haksızlığa susarız. Hem neden konuşalım ki? Bunun ucunda bize dokunacak olan nedir? Ama bir gün gelip biz haksızlığa uğrayınca konuşacak kimseleri bırakmamış oluruz arkamızda.
 Dinlediğiniz yerli yabancı şarkıları bırakın. Haftanın hitlerini takip etmeyi bırakın. Yüreğinizin sesini duyun, vicdanınızı takip edin. Eğer hala sol yanınızdaki atıyorsa, sevgiyle atsın. Durmadan yapın bunu. Yapın ki durduğunuzda sizden geriye sadece adınız kalmasın. Ki bu şartlarda adınızın kalacağının bile garantisini veremiyoruz.
 Sevgiyle kalın...

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Koşar Adım...

Soluklanmak için her durduğumda, kendimi koşarak uzaklaşmaya çalıştığım yerde buluyorum. Neden kaçtığımı da bilmiyorum üstelik. İçimde sürekli bir şeylerden, bir yerlerden kaçma isteği var. Kaçıp nereye gideceğim? Bilmiyorum. İçimde sürekli, daha önce hiç bulunmadığım o yere, daha önce hiç görmediğim o kişiye, daha önce hiç duymadığım o şarkıya bir özlem var. Bu özlemi bastıramıyorum. Yolda giderken, keyifli bir sohbetin ortasındayken, kitap okurken, film izlerken özlemini hissettiğim o şarkının notalarını duyar gibi oluyorum bazen. Hiç bilmediğim o şarkının... İnsan aslında bu kadar yabancı olduğu bir notayı, nasıl bu kadar derinden tanıyabilir? Hiç bilmediği o şehrin her köşe başını, çiçeklerle doldurulmuş pencere pervazlarını nasıl bu kadar adım adım bilebilir? Hiç görmediği o kişiyi, daha önce hiç bulunmadığı o sokaklarda nasıl yaşatabilir? Bilmiyorum. Bu his geçiyor mu? 

Mesele güzel sevmek

Gerçekten seveni de, sevginin kıymetini bileni de yüz metre öteden tanıyorsunuz. Gözlerindeki yorgunluktan, yorgunluğa rağmen var olan ışıltıdan tanıyorsunuz. O gözlerin nice hüzün yağmurları ile ıslanmalarına rağmen ışığını kaybetmemelerinden anlıyorsunuz. Seven insan, karşısındaki hangi sıfat ile vücut bulmuş olursa olsun belli ediyor kendini. Dostunu dinliyor mesela. Sesini değil, sessizliğini dinliyor. Biliyor musunuz? Suskunluk bazen kelimelerden daha çok şey ifade eder. Ve biliyor musunuz? Ben dertlerini susa susa bağıran çok insan gördüm. Karşılarında hep ifadeyi kelimeler ile sınırlı görenler vardı. İnsanlar artık birbirlerinin suskunluğundan anlamıyorlar mı dersiniz? Yoksa sevmeyi, sevginin kıymetini bilmedikleri için mi bu haldeler? Seven insan, sevgiye, sevginin büründüğü sıfata kıymet veriyor bir kere. Sevginin basit bir olgu olmadığını, beraberinde bazı duyguların barınmasına imkan vermediğini, aksi durumda içerisindeki bütün güzellikleri öldürdüğünü biliyor. Mesela sevgi

İndirilen Gardlara

Sevgili okur, Ben bugün gardımı indiriyorum. Bugün, kendime zayıf olma, ağlama, üzülme izni veriyorum. Bugün hep tırmandığım o zirveden kendimi aşağıya bırakıyorum. Çünkü fark ettim ki, beni en çok yoran şeyler bunlarmış. Nasıl mı? Fark ettim ki, güçlü olmak zor bir eylem. Dik durmak, hep gülmek zor bir eylem. Ama asıl zor olan, kendini bunlara mecbur hissetmek. Ağlamak zor bir eylem, ama asıl zor olan kendini ağlamamaya zorlamak. Bu yüzden kendime bunlar için izin verdim. Karşılaştığım her zorlukta, başıma gelen her olayda "Sen güçlüsün", "Sen de böyle yaparsan..." tesellileriyle avutuldum, avutulduğumu sandılar. Ama ben bu cümlelerin her biriyle yeniden ağırlaştırdım sırtımdaki yükü. Evet, her şeye rağmen dik durmak, durabilmek çok güzel. Ama yeri geldiğinde eğilmek de çok güzel. Bunu bir ağaca benzetebilirsiniz. Sürekli dik durması için çabaladığınız bir dal, en ufak eğrilikte kırılır. Ama eğilmesine izin verdiğiniz bir ağaç, fırtınada savrulsa da yerini bulur, k