"Gönlümü nasıl köle ettin bunca kusura?" işte içime işleyen, her okuduğumda farklı duygular uyandıran o cümle...
Sahi sevgi neydi? Nasıl bizi bunca kusura köle edebiliyordu? Günlerdir bunun üzerine düşünüyor, kafa yoruyorum. Hangi kuvvet bizi bunca kırgınlığa, bunca kızgınlığa, bunca hayal kırıklığına rağmen bir bakışa, bir gülüşe, bir duruşa köle edebiliyordu böyle?
Hani o dağ gibi dik duruşlarımız, nasıl tek bir anıyla yerle bir olabiliyordu? O ardı arkası kesilmeyen gülüşlerimizi, bir başka gülüşün hasreti nasıl perdeleyebiliyordu? Peki o en çorak iklimi andıran gözlerimiz, nasıl tek bir kirpiğin okunun cana batması* ile sele karışabiliyordu?
Sevgisiz büyüyen, sevgisiz büyütülen insanların çevresindekilere yaydıkları öfkenin, nefretin zirvesinde olduğum bir dönemden düşüyorum bu notları. Gönlünüzü bin kusura köle etmek pahasına sevin. Bazen anlamlandıramadığımız şeylerin bize verdiği destekle tutunuruz hayata. Yerle bir olan duruşlarınızı, bir gün dağ gibi dik durabilmek umuduyla sevin. Perdelenen gülüşlerinizin ardından, aydınlığı ile gözlerinizi kamaştıracak ışığı beklercesine sevin. Çöl ortasında bile çiçek açmayı ihmal etmeyen kaktüsler, bir kirpiğin acısına umut olsun; yeter ki sevin.
Son olarak; Nazım Hikmet'in "Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?" sözünü sevginize mesken bilin, aydınlığa çıkmak için sevin.
Sevgiyle kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder